HER ŞEY AYNI, AMA HER ŞEY FARKLI
Her sayfasında farklı görevlerin olduğu bir çocuk kitabına kitaba rastlamıştım bir gün kitapçıda. Kitabı toprağa gömmek ve günler sonra çıkartıp yazmaya, çizmeye devam etmek, resim yaptığın bir sayfasını koparıp bir yabancıya vermek, gibi görevler. Tahmin edersiniz ki çok sevdim kitabı. Rastgele araladığım ilk sayfasında da şu yazıyordu; 'Bu sayfayı kaybet. (Fırlatıp at.) Kaybolmasını kabullen.' Küçük bir çocuk olsaydım ve bu kitap o zaman hayatımda olsaydı, büyük bir ihtimalle bunu asla yapamazdım. * Şimdi yeni aldığım bu kitabın bu sayfasını tabi ki fırlatıp atabilirim. Ama bu görevi gerçekten yapmak istiyorsam sanırım sevdiğim bir kitabın bir sayfasını koparıp atmalıyım ve onun yokluğunu kabullenmeliyim. Ne muhteşem bir egzersiz. Ne muhteşem bir şekilde yaşama hazırlık. Kayıpları kabullenmek. Bir yokluğun varlığına alışmak. Ve bu yokluğu kendi ellerinle yaratmak.
-
Sevgiliyle, yaşantımızın uzun bir dönemini geçirdğimiz evimizden taşındık. Saat 5 sularında gelen 8 kişilik bir insan grubu, bütün eşyalarımızı kutulara koyup bir kamyona yükledi. Bu kadar yılın birikmişinin bir kaç saat içerisinde yok olması, bana lavabodaki delikten boşalan suyu anımsattı. Tıpası çekildi ve hop, bütün eşyalar yutuldu. Geriye bomboş bir mekân kaldı. Mekân boşalınca tüm anılar da silindi. Eşyaların sadece eşya olmaktan öte bir anı deposu olduğunu fark ettim. Arkeolojik kazılarda çıkan, ölmüş bir dilde yazılan tabletler gibi. Bizi onlara bağlayan bir dil var, sessiz ve anlam yüklü. Ama okunamayan.
-
Geçen sene, Venedik Bienali'nde gördüğüm bir pavyon geldi aklıma. Geniş beyaz duvarların olduğu, yer yer tavandaki aralıklardan ışık alan odalardan oluşan bir mekânda, objelerin, soluk renk ve dokuların bir araya geldiği bir yerleştirme vardı. İmgeler tanıdıktı. Ama tanımsızlaşmıştı. Zaman onları dönüştürmüştü ve ilk bakışta dikkati çeken şey buydu. Örneğin küçük bir sehpanın üzerinde yarısı yok olmuş, hatta sanki zamanla erimiş gibi duran, eski püskü bir dantel örtü vardı. Sanki yıllardır orada sarkmaya devam ediyor gibi. Ya da başka aklımda kalanlar; sağda solda duran üç beş tabak, bardak, duvarda asılı porselen tepsi, yıkanmış çamaşırlar. Mekânın büyüklüğü içerisinde çok küçük noktalar olarak kalıyordu sanatçının koyduğu her şey. Adeta boşlukta yüzüyorlardı. Baktıkların, eğer çağrışım yaparsa bir anlam bulabiliyordu. Çağrışım yaptıkça anıları çağırıyordu. Bu olmadığında anlamsız yığıntılara, görsellere dönüşebilirdi. Mekândan içeri girip dolaşmaya başladığımda, sanki hafızam, beynimde yanyanda duran odalardı, ve oradan içeri girmiş gibi hissettim kendimi. Büyük bir ihtimalle bütün anılarım böyle depolanıyordu. Erimiş, yok olmak üzere, toz haline gelmiş, bölük pörçük. Hafızamın içerisinde dolanıyordum. Çocukluğum, ailem, yediğimiz yemekler, oynadığımız oyunlar, evimiz. Her şey oradaydı, ama her şey yok olmuştu. Her şey aynıydı, ama her şey farklı görünüyordu. Bir melankoli, bir üzüntü kapladı o gün içimi. Ama mutluydum da bir yandan. **
Anılarımız beynimizin kıvrımlarında eksilerek yok olurken, eşyalara sinerek hafızaya tutunmaya çalışıyor. Ama eşyalar zamana direnemiyor.
-
Evimiz boşaldığında bize ait olan hiçbir şey kalmamıştı. Bir kaç gün sonra boş eve geri döndüğümde orası sadece herhangi boş bir evdi. Demek ki duvarları, tavanları, pencereleri yetmiyor bir evin ev olmasına. Yeni yere taşındığımızda ve aynı eşyaları özenle yerleştirdiğimizde karşımıza tamamen başka bir ev çıktı, yabancılaştığımız. Demek ki ev biçimlerden, içindekilerden, duvarlarından bağımsız var. Ev bir his sadece, soyut bir düşünce, bir fikir, bir hayâl. Bir geçiş. Bir depo.
-
Taşınmayı istedim. Belki de anılarımı yanımda götüreceğimi sandım. Kutulara koyamadığım hiçbir şeyi yanıma alamadım. Kutulara koyduklarımı da açtığımda bulamadım. Bu uzun bir süre kafamı meşgül etti. Üzdüğünü de söylemeliyim. Geri dönemeyecek olma fikrini kabullenemedim, ve belki de koparıp atmam gereken sayfa buydu kafamdaki.
-
*Bahsi geçen kitap Keri Smith'in.
**Sanatçı Cathy Wilkes.