İNSAN II

Bölüm 2
'Her şeyi yemek istemeleri gibi, zihinleriyle de her şeyi yemek istiyorlar ve zihinleri yağlanıyor. Aynı yağlanan ve hareket etmekte zorlanan beden gibi, düşünmeleri zorlaşıyor.' dedi bir gün sevgili. İzninizle 'İnsan' ın ikinci bölümüne bu anlatımla başlamak istiyorum, doyumsuzluklarını anlatmak için. Sanki bir bahçe var çiçek dolu, her çiçeği koklamak istiyor, koparmak istiyor, onunla fotoğraf çektirmek istiyor, yemek istiyor. Hiçbir şekilde sahip olamadıklarını da öldürmek istiyor. Susuz bırakıyor, eziyor, yok ediyor.
Sahip oldukça, sahip olduğu her şey sahiplenebildiği bir duyguya dönüşüyor. Artık kim neye sahiptir belirsiz. Kendisine ait olduğunu sandığı şeylere, onun ait olması gibi.
Bu küçük kentin insanları, dünyanın kendi etraflarında döndüklerine inanırlar. Aynı, insanların yüzyıllar boyunca gökyüzünün kendi etraflarında döndüğüne inandıkları gibi. Oysa dönen insandır. * Bunu yüzyıllar önce kelleleri uçmaları pahasına dile getiren insanların cesaretine bile gerek duymadan söylüyorum. Evet dostlarım bu insanlar, kendi etraflarında dönüyorlar. Böylece yollarını şaşırıyorlar, başları dönüyor. O eskimiş, anlamsız, yakılma vakti gelmiş kişisel gelişim kitaplarının bayat söylemlerine sıkı sıkıya tutunmaya devam ediyorlar. Benden değerlisi yok diye bağırmaları sadece gürültü yaratıyor. Dağa, taşa, puta, bulutlara, görünmez tanrılara, ineklere, toprağa tapan insanlar gördük. Ama onlar sayesinde bu yüzyıl, kendilerine tapanları da görmüş oluyor.
Tutarsızlıkları istikrarlı. Duruma göre şekillenen bir karakterleri var. Bir insan içinde bir çok insanı barındırıyor da diyebiliriz. İyi ve kötü insan yok. Durumlara karşı iyi veya kötü diye yorumlanabilecek hareketler var. Yani bir insanın, bir rengi yok. Kendini oluşturduğu yapı tek bir temelden yükselmiyor, güçlü, inandığı bir değer üzerine kurulu değil. Bir elastisitesi var. Değişim var. Doğrular da değişkenlik gösteriyor. Her insan, o an için doğru olan kendi doğrusuna sıkı sıkıya bağlanıyor, sanki ömrü boyunca o doğruya sarılmış gibi. Belirsiz kişiliklerin bir sebebi de, insanların karşılarındaki kişiyi kendi tanımlamaları doğrultusunda yönlendirme becerileri. İnsan karşısındaki insanı başka birine dönüştürüyor, nasıl görmek istiyorsa onu o yapıyor. Zaten karşısındakinin de, az önce bahsettiğim elastisetisi olan kişiliği olduğu için 'o' insan olmakta bir sorun yaşamıyor. Bunu bazen egosu için, bazen sınıflar arası sıçrayışlar yapmak, bazen de kendi sosyal ağındaki konumu sağlamlaştırmak için yapıyor. Bu ağlar her sosyal sınıfta ayrıdır. Örülüş şekli aynıdır ama birbirlerine kapalıdır.
Her İstanbul insanı egoisttir. Kendi dünyası vardır. O ve aynadaki instagramdaki görüntüsü her şeydir. Dolayısıyla onun kararları, onun istekleri her şeyin üzerindedir. Bunu isteyebilmek, hayata böyle bakabilmek özgüvenin sonucudur. Özgüveninin kelime anlamını bile anlamadığın bir yaş aralığında onlar özgüvenlerini çoktan kazanmıştır. Böylece her zaman haklıdırlar, haklarını ararlar. Bazen çok anlamsız durumlarda bile haklarını ararlar. Haklarını aramaktan yorulmazlar. Bunun için tartışırlar, bağırırlar, çağırırlar. Bu da, çok yoğun yaşanan nefret duygularıyla beslenir. Nefret, şehir insanının bir saldırma yöntemine dönüşmüştür.
Hep konuşurlar ama asla dinlemezler. Görmek istemedikleri şeyi 'ignore' ederler. İnkâr etmedeki becerileri, inandırıcılıkları hayli yüksektir. Her şeyden sürekli şikayet ederler.Bir şeyi istemediklerinde bunu direk olarak asla söylemezler. Hemfikirmiş gibi davranıp, kendi istediklerini yapmaya devam ederler. Ve buna samimiyet derler.
Ve,her İstanbul insanının kendi uydurduğu bir hikâyesi vardır.
-Yazının birinci bölümü için tıklayabilirsiniz. İNSAN-*Zamanın Düzeni- Carlo Rovelli'den alıntı.
NOTLAR
-Bu yazı şöyle işe yarayabilir. Bir yabancı olarak, kendini suçlamayı bırakabilirsin, uyumsuz olduğunu düşünmeyi bırakabilirsin, bir anda sevdiğin insanların sana karşı hissettikleri nefreti kaldırabilirsin, söylenen her şeye inanmayı bırakabilirsin. En önemlisi de; anlamlandırmaya çalışmayı bırakabilirsin.
Görseldeki resim Alex Foxton'a ait.