ISSIZ ADA'MDAN SELAM / NİSAN MEKTUBU

Yaşamın en büyük hazlarından biri bana göre keşif yapmak. Henüz her şeyin keşfedilmediği kendi dünyanda kaşif olmak. Yeni melodiler, şiirler, kokular, hisler keşfetmek. Onları takip etmek, bulmak, bayraklar asmak ve topraklarına katmak.
Bu bloga başlama nedenim de buydu. Bir botanik kaşifinin* defterlerindeki notlar ve çizimler gibi; bulduklarımı çizmek (veya fotoğraflamak), isimler vermek ve anlatmak istiyordum.** Hiçbir zaman iyi bir yazı yazmak, iyi bir fotoğraf çekmek ya da iyi bir çizim yapmak gibi bir yola çıkışım ve tasam olmadı. Mimarlık okurken öğrendiğim bir şey vardı; önemli olanın düşünceni aktarmak olduğu. Bunun yolunun ise bir önemi yok. İmkanın ve yapabildiğin ne ise yolun o. Çizim olabilir, fotoğraf olabilir, ses olabilir, heykel olabilir, video olabilir ya da bir performans bile olabilir. Çıkan sonucun da bir önemi yok. Önemli olan içeriği ve iletkenliği.
Bu özü kendime hatırlatmak için yazıyorum, uzun aralardan sonra buraya geri döndüğümde. Bir nevi başladığım yere geri döndüm. İlham toplamaya başladım. Bunları aktarmak için iki şeye ihtiyacım var; özünü hep hatırlayarak ilerlemek ve bir disiplinin içerisine girmek.
Hızlı tüketilen içeriklerin, saçma sapan videoların dünyasında burası ıssız bir ada gibi. Kendi içimize kapandığımız bu zamanda ben de ıssız ada'ma geri dönüyorum.
-Karantinada Son Durum-
Evde uzun saatlerimi geçirmek beni çocukluğuma götürüyor. Demek ki en son evin duvarlarına düşen gölgeleri takip ettiğim zamanlar o zamanlarmış. Ya da gün ışığının içerisinden geçen dumanının havaya yayıldığı çorbayı içmem. Mutfaktan gelen seslerin tanıdıklığı da yıllar öncesinden.
Görünmez detaylar var bir de. Bitkilerime su verirken parmak uçlarıma değen su ve toprak, yağmurlu bir havada dışarıyı izlerken burnuma değen camın soğukluğu. Ve sadece yarının ve yarından sonrasının olduğu bir çocukluk algısının zamansızlığı, plansızlığı ve uzayamayışı.
Anlam verdiğim şeyler anlamsızlaştı. Önem verdiklerim değersizleşti. Önemini unuttuğum şeyleri hatırlamadığım sürece anlamsızlaşma devam edecek. Bir yandan da hayatta yeni anlam ve önemler filizlenmeye başlıyor.
Acaba ne yapmalıyım, zamanımı nasıl değerlendirmeliyim, işim için ne yapmam gerekiyor gibi soruları bir kenara bırakıp önümde beliren bu boşluğa düşmeye karar verdim. Karar verdiğimi sanıyorum -oysa bir anda düştüm istemsizce-
Bu büyük boşluk, yaşamda çok sert hissediyor olduğumuz kopukluk ve akabinde gelecek olan değişim hepimizi hayatın farklı kesitlerinde yakaladı. Kimi hayatının çok başlarında, kimi sonlarında kimi de ortasında yakalandı, benim gibi. Dönüp dönüp geçmişe bakıyoruz. Geçmişi kısa olanlar şanslı. Geçmişi çok uzun olanlar da şanslı. Biz ise ortasında pişmanlık ile umut arasında bir yerde dengede durmaya çalışıyoruz. ***
Nisan mektubumu bir takım temennilerle bitirmek istiyorum. Her ay bir mektup yazmayı hedefliyorum. Okuduğum kitapları paylaşmayı hedefliyorum. Yukarıda kitap için yeni bir link açtım. Çektiğim fotoğrafları da düzenleyebilirsem yayınlayacağım mutlaka.
*Bu yazının keşifleri Alexander von Humboldt ve Marianne North olsun. Alexander von Humboldt bir doğabilimci ve kaşif. Doğadaki her şeyin birbirine bağlı olduğunu keşfeden insan. Marianne North ise bir bitki kaşifi ve botanik ressamı.
Görsel, Alexander Von Humboldt'un And dağlarının bitki örtüsü ve coğrafyasına dair çizimlerinden biri.
**Blogun adı da bu histen geliyor. Bir bilimci olma düşünden.
***Siz nasıl hissediyorsunuz bu büyük boşlukta?