UBUD GÜNLÜĞÜ 7 - SÖRFÜN ÖĞRETTİKLERİ

O gün ada için sıradan bir gündü. Pırıl pırıl, saydam bir havaya uyanmıştık. Kendimi iyi hissediyordum. Sörfçüler dalgalarla oynamaya başlamıştı. Yollar kalabalıktı. Sahil doluyordu.
İnsan hayatında hani her gün daha önce yapmadığı bir şeyi yapmalıymış ya , bugün o benim için sörftü.
(Bugünün öncesine dönelim.
Dağılmıştım. Dağılmak... Yere düşüp kırılan bir bardağın bir anda etrafa dağılan cam parçaları gibi. Ya da yapraklar... Sert bir rüzgarla etrafa dağılan yapraklar. Birbirinden uzaklaşan ve kopan.
Sanki kuvvetli bir rüzgar esmiş beni de dağıtmıştı, ya da düşmüş ve kırılmıştım.
Bedenim, zihnim ve ruhum birbirinden ayrılmış ve dağılmıştı. Kafamı başka bir yerde, duygularımı başka bir yerde hissediyordum. Bütünleşemiyordum. Düşüncelerim dağınıktı. Aynı sarhoşluk gibi, elimi burnuma götüremez bir haldeydim. Ama sarhoşluğun verdiği hafiflik yerine ağırdım. Çok ağır.
Biraz dinlenmek iyi gelecek diye düşündüm. Ama ihtiyacım olan şey; beden, ruh ve zihnimin birleşmesiydi. Bunu sonra anlayacaktım)
Sahilde,10 dakika içinde pratik tüm bilgileri aldıktan sonra sörf tahtamızla okyanusa doğru açıldık. Sörf tahtasının üzerine çıkmak ve dalgayla beraber hareket etmek büyük bir konsantrasyon ve denge gerektiriyor. Zihnini boşaltıp odaklanmalı ve anın içine gömülmelisin.
Anda kalmak. Bütün derdimiz ve meselemiz buydu ya. Bütün öğretiler bunu söyledi, bütün kitaplar bunu yazdı. Ama bu benim için yeni bir anlam kazanmaya başlıyordu.
Bir kaç denemeden sonra sörf tahtasının üzerinde kalabildim. O an, anı yaşadığım o an, nefes alıp verirken, bütün bedenimi, parmak uçlarıma kadar, bir bütün olarak hissediyordum. Dengede kalmalıydım ve dengede kalmanın yolu bütün olmaktan geçiyordu. Bedenin, zihnin ve ruhun birleşmesi, tek olması. Birbirinin içine geçmesi ve ayrılmaması.
Her defasında düşüp, yeni gelen dalgayla ayağa kalktığımda hissettiklerim işte bunlardı.