VİETNAM NOTLARI 1

Bir bilet aldım Vietnam'a. Hiçbir şey düşünmeden, bir yol haritası çıkarmadan. Sadece gitmek vardı aklımda. Bir gün ve bir saat belirledim. Çantamı hazırladım. Gece yola koyuldum. Benimle gelemediği için mutsuz olan bir sevgiliyi, bir şehrin mevsimini, mevsimin beklenmeyen yağmurlarını, bir evi geride bıraktım. Başıma gelecek olan her şeyi kucaklamaya, keşfetmeye, başıboşluğa, kaygısızlığa hazırdım. Dünyayı anlamaya, ve dünyayı anlamak için dünya olmaya hazırdım.
Ertesi gün akşamüstü Hanoi'e vardım.
-
Bir kente uçakla gelmek ile, tren veya gemi ile gelmek arasında çok fark var. Uçakla geldiğinde sanki havadan seni atıverirler. Bir tren veya bir gemi öyle değil. Seni oraya taşıyan her şeye, her yola, dağa, çukura, yağmura değerek gelirsin ve bu yumuşak bir geçiş olur. Aştığın yolların farkına vararak. Bir uçak seni yaşayabileceğin her şeyden izole eder. Bir gece yol alırsın, bir kaç film izleyip biraz uyuyarak. Ve dünyanın başka bir ucundaki bir şehirde uyanırsın. Google mapi açar olduğun yeri büyütür, küçültür ve şaşırırsın. Oysa his olarak o kadar uzaklaştığını, veya tamamen başka bir kıtada olduğunu anlaman olanaksızdır. Adeta bir kapsülle ışınlanmış gibi olursun.
Başka bir kıtaya ve başka bir zamana ışınlandım.
-
Göl kıyısındaki otelime yerleştim. Şehrin kayıtsızlığına ayak uydurmak zor değil. Fotoğraf makinamı alıp şehir merkezine doğru yürüdüm. Burada kendimi, eğlenen yüzlerce insan arasında buldum. Anlaşılan ülkede kutlanan bir bayrama denk gelmiştim. Her yer cıvıl cıvıldı. Her sokak arasında yüzlerce çocuk oyunlar oynuyordu. Uçan balonlar, kağıttan uçaklar, bisikletler, dondurmalar, kocaman pamuk şekerler. Hikayelerde anlatılan lunaparkta gibiydim. Sadece dönme dolaplar ve hızlı trenler yoktu. Çoşkusu vardı. Bir sürü çocuğun hayalinden oluşmuş bir atmosfer şehre hakim olmuştu. Bütün gün onların fotoğraflarını çektim.
O gün yaşamı solumuştum.. Bu hissi sevmiştim. Bağımlısı olacaktım. Yaşam buydu ve ben bunu yavaş yavaş öğreniyordum. Yol kenarına oturup defterime şöyle yazdım: 36 yaşındayım ve hayattan keyif almayı, yaşamayı yeni öğreniyorum.
-
Bu Vietnam'a ikinci gelişim. Buraya gelişimin sebebi bir yeri görmek değil, bir duyguyu yeniden yaşamak.
Zamanla yok olmuş ama içimizde, derinimizde varlıklarını sürdürdüğünü anladığım duygulardan bahsediyorum. İnsanlara güvenmek, bir insan topluluğuna ait hissetmek, yardım etmek, insanların sana yardım etmesi, buna izin vermen, tanımadığın insanlarla konuşman, bazen hiç konuşmaman, yadırganmamak, dışlanmamak, insanları sevmek, çocukları kucaklamak ve tüm bunların sonucunda içinde yeşeren, yüzeye çıkan duygular... Anlatması zor.
Döndüğümde herkes bana neden Vietnam'a gittiğimi sordu. Ve ben buna hiç bir zaman bir cevap veremedim.
-
Bu not benim Hanoi'de iki kez hastanede serum almam üzerine. Belki bir seyahatte başıma gelebilecek en zor şeyi yaşıyorum. Kollarım ve bacaklarım şiş, kaşınıyor ve yanıyor. Anlaşılan alerji olmuşum ve bana serum veriyorlar. Beni hastaneye otelde resepsiyonda çalışan biri getirdi, adını bilmediğim. (Zaten hiç kimsenin adını aklımda tutamıyorum. Ama bunun böyle olmasını seviyorum.) Ve saatlerce beni kapıda bekledi. Vietnamlı bir doktor ilgileniyor benimle. Tansiyonumu ölçüyor, ateşime bakıyor. Hayatımda karşılaştığım en kibar ve sakin doktor. Sanki narin bir yaprakmışım gibi dokunup nabzımı dinliyor. Serum için iğne yapan hemşire de aynı hafiflikte dokunuyor. Dokunduğunu düşündüğümde anlıyorum. Özenli, kibar, sakin, kırılgan, güçlü. Ve saydam. İnsanların, insanlığın bir özü var, bunu görebildiğim bir yerdeyim.
Buranın insanlarının suyu derin ve berrak. İnsanlığın özü görünüyor.
İnsanları sevmeyi burada öğreniyorum.