TANIM KÖPRÜLERİ
‘Anlam’ kavramı üzerine yazarken -Adı Olmayan Dünya yazısı- şunu farkettim: Anlam, ad ile taşınıyor. Anlamları adlara yapıştırıp, nesnelere ve insanlara taşıtıyoruz. Bazen de yerlere ve mekânlara.
Eylül ayıydı, dört bir yanda tohumlar uçuşuyordu. Bir tanesi balkonuma düştü. Bir yaprağa asılı olduğu için yumuşak bir düşüştü bu. Onu elime aldığımda ‘işte dünyanın en küçük anlam taşıyıcısı bu olmalı’ diye düşündüm. Tohumu bir kimyacı gibi bileşenlerine ayırırcasına adını, anlamından ayırdım. O an, tohumun zaman içerisinde donması gerçeği hayranlık uyandırdı. Uçmaları, yol almak için değişime uğramış formları ve içerisinde bir ‘gizilgüç1’ taşımaları olağanüstüydü. Adı, anlamından ayırdığımda bir ara mekân keşfettim sanki. Bir köprü gibi. Bu ‘tanım’ olmalıydı. ‘Tanım köprüsü’. Ama bu tamamen benim inşaa ettiğim bir köprüydü.
Yabancı bir dilde bir yazı okumayı sevmemin sebebi belki de buydu. Türkçe bir kelime ile karşılaştığımda zihnimde bir tanım belirir. Ve o tanım ait olduğu şeye bağlar beni. Ama bu benim önceden ezberlediğim bir bağdır. Her gün aynı yoldan işe gitmek gibi. Yol kısadır, detaysızdır, nettir. Oysa İngilizce bir kelime okuduğumda, bu kelime zihnimde bir şey uyandırmaz. Cümleye döner, kelimenin anlamını bulmaya çalışırım. Böylece zihnimde bir tanım belirmeye başlar. Eğer emin olmak istersem sözlüğe bakarım. Sözlükte bazen basit bir kelime olur karşılığı, bazen de uzun bir cümle. Kelime büyüleyici bir hâl alır, çok sık rastladığım, sıradan bir kelime olsa bile. Çünkü ben bir köprü kurmak zorunda kalırım ona ulaşmak için. Ve bir köprü her zaman çok daha fazlası demektir. O tanımını okuduğum kelime zihnimde bir işaret gibi değil, kendi kendine belirmeye başlayan bir olguya dönüşür. Okuduğum yazıyla birleşir, yazı derinleşir, geriye kelime değil ama bir olma durumu kalır, soyut bir oluş.
-
Bu tanım köprüleri bazen çok uzundur. Anlak2 kelimesinde olduğu gibi. Yürür durursun ileri geri. Bazen de çok kısa olur. ‘Bardak’ gibi. Bazen de yoktur. Özgürlük kelimesinin olmadığı İnuit dilindeki gibi. (Özgürlüğün bir tanımı olmadığı için herkes özgür belki de.) Bazen de vardır ama çoğu insan için görünmez olmuştur ya da yok edilmiştir. ‘Adalet’ gibi.
Köprüler bir yazar, bir ressam, bir filozof, bir heykeltıraş için hep vardır ve dolambaçlıdır. Bazen yaptıkları, o köprüleri görünür kılmaktır. Kimsenin bilmediği ya da çok az uğradığı köprüleri. Bazen de yaptıkları, o çok sağlam, üzerinden binlerce kez geçilmiş köprüleri yıkmaktır.
Bu tanım köprülerinin kimi zaman iki ucu da yoktur. O zaman yardımımıza kitaplar koşar. Yazarlar, senin üzerinde başıboş hissettiğin, boşlukta asılı köprüleri daha önce keşfetmiş, onları uzun uzun anlatmışlardır. Bu seni rahatlatır. Bu yüzden toplumların yazarlara ihtiyaçları vardır. Çünkü istemediğimiz kelimeleri dilimizden çıkartamayız.
-
Toplumları bir arada tutan şey, aynı adların aynı anlamlara gelmesidir. Yani köprülerimiz ortaktır. Bir yakadan diğerine geçerken aynı köprüleri kullanacağımıza dair gizli bir anlaşmamız vardır. Bunun kanıtı olarak da bir sözlüğümüz vardır. Hepimiz aynı şeye bardak deriz. Aynı tona mavi deriz. (En azından öyle olduğunu düşünüyoruz) Bu sözlük ortak yaşamı olanaklı kılar. Ama bu sözlük sadece somut nesneler içindir. Soyut kavramlar için bir sözlüğümüz yoktur. Ve biliriz ki aynı adlar aynı anlamlara gelmiyor. Toplumdan kopuk hissetmemizin sebebi ise tam da budur.
-
Peki tanımlayamadığımız, sözlükte olmayan tüm bu soyut kavramları ne yapıyoruz? Saklıyoruz. Size saklama metodlarından bahsedeyim; (ki bunu üzerinde çalışabileceğiniz bir el kitabı gibi görebilirsiniz, çünkü saklamak istediğiniz her şey için işe yarayacaktır: duygular, artan yemekler, sırlar, istenmeyen nesneler gibi) Üzerini kapamak, örtmek, hiç yokmuş gibi davranmak, duymamazlığa gelmek, duyumsamamazlığa gelmek, (yani hem duymamış gibi yapmak, hem de duyumsamamış gibi yapmak), reddetmek, gömmek, evinizde ayırdığınız bir çekmeceye tıkıştırmak -ki bu bilinçaltımız oluyor- bazı işe yarayan yöntemlerdir.
Ve hepsi geçicidir. Unuturuz ama unuttuğumuzu unutmayız. Çünkü yürümeye başladığımız her an, kuramadığımız köprülerin üzerinden atlamaya çalışırken, kimi uzaklıklar buna müsade etmez. Kimi çukurlar çok büyük, kimi ada parçaları çok uzaktır birbirlerine. İşte o zaman yoklukları belirginleşir, zıplamaktan bitkin hale düşünce.
İki gökdelenin arasına bir halat çekip yürüyen adam geliyor aklıma.3 O anarşist yürüyüşün şiirselliği, birbirinden kopuk iki yapıyı kendi yöntemi ile bağlaması ve sadece kendisinin geçebilmesinde yatıyor olabilir mi?
-
Köprüleri inşaa etmek için ihtiyacımız olan şey de dilimiz ve düşüncelerdir. Ve dostlarım buna ihtiyacımız var. Köprülere, yani onlara bizim vereceğimiz anlamlara. Bir uzay boşluğunda yaşamadığımız için, her şey düşüyor. Ve onlar yere çarpmadan, konmaları gerekiyor. Yeryüzünü sarsmadan, depremler yaratmadan ya da kendileri parçalanmadan yavaşça konmaları.
Aynı balkonuma düşen bu tohum gibi.
Yasemin
Gizilgüç: (Fizik Terimi) Bir nesnede var olup herhangi bir engel nedeniyle gizli kalmış bulunan ama engelin kalkışıyla birlikte iş haline geçebilen güç; örneğin kömürde ısı bir gizilgüç olarak vardır, kömür yanınca ısı açığa çıkar.
Anlak: (Ruhbilim Terimi) İnsanın anlama, düşünme, algılama, akıl yürütme, yargılama ve çıkarsama gibi yeti ve yeteneklerinin tümü.
Bahsettiğim kişi tabi ki Philippe Petit. Kendisi 1974 yılında İkiz Kuleler arasına çektiği çelik halat üzerinde yürüdü.
Editör: Begüm Koç